Utanç Duvarı 64 yaşında: Demir Perde’nin en sert halkası

Soğuk Savaş’ın en somut ve acımasız sembolü, 13 Ağustos 1961 sabahında, Berlin’in kalbinde bir hayalet gibi belirdi. Gecenin karanlığı henüz dağılmamışken tankların gürültüsü, kamyonların fren sesleri ve dikenli tellerin metalik şakırtıları şehrin doğusunda ikamet edenleri derin uykularından kaldırdı.

Doğu Almanya Sosyalist Birlik Partisi’nin (SED) sert mizaçlı lideri Walter Ulbricht, Sovyetler Birliği’nin etkili başkanlarından Nikita Kruşçev’e aylar önce gönderdiği telgraftaki uyarıyı hayata geçiriyordu:

Batılı casuslar ve provokatörler ekonomimizi sistemli olarak sabote ediyor… Kesin ve fiziksel bir önlem artık kaçınılmaz.

Kruşçev’in nihai onayıyla Antifaschistischer Schutzwall yani Anti-Faşist Koruma Duvarı adını verdikleri proje, Gül Operasyonu kod adıyla başlatıldı. Oysa inşadan sadece 15 Haziran 1961’de yani Gül Operasyonu’ndan tam 58 gün önce Doğu Berlin’de düzenlenen uluslararası basın toplantısında Ulbricht, Batılı muhabir Annamarie Doherr’in “Duvar yapılacak mı?” sorusuna, gözlüklerinin ardından bakarak şu yanıtı vermişti:

Kimsenin bir duvar inşa etme niyeti yok.

Bu cümle, Soğuk Savaş’ın en ünlü ve yanıltıcı ifadelerinden biri olarak kayıtlara geçti.

DUVARIN ARKASINDAKİ ÇARESİZLİK

Berlin Duvarı’na ilişkin fikirlerin temelleri aslen II. Dünya Savaşı’nın küllerinde, 1945 Yalta ve yine aynı tarihli Potsdam Konferansları’nda atıldı. Müttefik güçler, Nazi Almanyası’nı hezimete uğratmalarının ardından, Avrupa’nın ve özellikle Almanya’nın geleceğini şekillendirmeye koyuldular. Yapılan görüşmeler ve atılan imzalardan sonra Almanya Amerikan, İngiliz, Fransız (Batı) ve Sovyetler (Doğu) tarafından yönetilen dört bölgeye taksim edildi

Başkent Berlin, coğrafi olarak Sovyet bölgesinin derinliklerinde yer almasına rağmen kendi içerisinde dört sektöre ayrıldı. Bu, ileride kronik bir krize dönüşecek anomalinin tohumunu oluşturdu: Batı Berlin, Sovyet işgal bölgesinin yani Doğu Almanya’nın ortasında, kapitalist bir ada gibi varlığını sürdürecekti.

Soğuk Savaş’ın gölgesi giderek uzuyordu. Batılı güçler 1948’de Marshall Planı ile daha çok Batı Almanya’yı (BRD) hızla ihya ederken, Sovyetler Birliği’nin kontrolündeki Doğu Almanya (DDR) ise merkezi planlı, ağır sanayi odaklı ve sıkı denetimli bir sosyalist ekonomi modelini benimsedi. Sonuçlar oldukça çarpıcıydı. Batı Almanya’da “” “Ekonomik Mucize” (Wirtschaftswunder) yaşanırken, Doğu Almanya’da temel tüketim mallarında kıtlık, düşük maaş ve siyasi baskılar hüküm sürüyordu. Ortaya çıkan uçurum, Berlin’in açık sınırları nedeniyle tarihçilerin “Büyük Kaçış” (Republikflucht) dedikleri İkinci Dünya Savaşı’nın en dramatik sosyal sonuçlarından birini doğurdu.

Trenlerle, U-Bahn ve S-Bahn hatlarıyla Batı’ya uzanan metrolarla, yürüyerek ve hatta bisikletle, Doğu Berlin’den Batı Berlin’e geçmek nispeten kolaydı. Batı Berlin, Batı Almanya’ya geçiş kapısıydı.

BÜYÜK KAÇIŞ

1949’da Doğu Almanya’nın kuruluşundan 1961’in ortalarına kadar yaklaşık 3.5 milyon insan -ki bu Doğu Almanya nüfusunun neredeyse %20’si ediyordu- Batı’ya kaçtı. Kitlesel göç, Doğu Almanya için varoluşsal bir tehdit oluşturuyordu. Kaçanların büyük çoğunluğu genç, eğitimli kimselerdi. Frederick Taylor’ın The Berlin Wall: A World Divided eserinde vurguladığı gibi, yaşanan “beyin göçü” Doğu Almanya ekonomisini felç etme noktasına getirmişti.

Hastaneler doktor eksikliğinden kapanma tehlikesi yaşıyor, fabrikalar mühendis ve teknik eleman bulamıyor, üniversiteler öğretim üyesi kaybediyor, tarım alanları genç nüfus eksikliğinden atıl durumdaydı. Kruşçev, Ulbricht’e yaptığı bir görüşmede çok net konuşmuştu:

Eğer bu insan selini durdurmazsanız, Doğu Almanya diye bir üniter devlet kalmayacak. Geriye sadece yaşlılar ve köylüler kalacak.

Ekonomik çöküşün yanı sıra, Doğu Alman rejimi, Batı propagandasının ve casusluk faaliyetlerinin bu açık sınır sayesinde kolayca yayıldığı iddiasındaydı. Kruşçev’in tabiri Batı Berlin, rejim için bir “tümör” haline gelmişti. Rejimin hayatta kalabilmesi için kapıların kapatılması tek çare olarak görülüyordu.

“GÜL”ÜN DİKENİ

Berlin Duvarı, diğer pek çok siyasi inşaat projesinden farklı olarak bir törenle açılmadı. Ne resmi konuşmalar yapıldı ne de kurdele kesildi, plan tam bir gizlilik içinde yürütüldü.

12 Ağustos 1961 Cumartesi günü akşamı, Doğu Almanya askeri birlikleri ile kolluk güçleri alarm durumuna geçirildi. Tonlarca dikenli tel, beton kazık, kazma kürek ve diğer inşaat malzemeleri, stratejik noktalara önceden yerleştirilmişti. Gece yarısından hemen sonra, 13 Ağustos Pazar günü saat 01:11’de, Gül Operasyonu resmen başladı.

Yaklaşık 10.000 Doğu Alman askeri, polis ve paramiliter İşçi Sınıfı Muharip Grupları (Kampfgruppen der Arbeiterklasse) mensubu, yıldırım hızıyla Berlin’in Sovyet sektörünü çevreleyen sınır hattına konuşlandırıldı. Ana arterler kesildi, Batı Berlin’e giden tüm otobüs, tramvay ve metroseferleri durduruldu. Asker ve işçiler caddeleri, parkları, evlerin bahçelerini ve hatta mezarlıkları kesen 155 km’lik hatta dikenli teller çekmeye, barikatlar kurmaya başladı.

Dramın merkez üssü ise Bernauer Strasse oldu. Sokak, kuzeydeki binalar Doğu Berlin’de güneydeki kaldırım ise Batı Berlin’de kalacak şekilde tam sınır hattında bulunuyordu. İlk dikenli teller, binaların ön cephelerinin hemen önüne çekildi. Bu, o binalarda yaşayan insanlar için bir anda evlerinin Doğu’da, “özgürlüğün” ise pencerelerinin hemen altındaki kaldırımda olduğu anlamına geliyordu.

Batı Berlin sakinleri ve dünya medyası tam bir şaşkınlık içindeydi. Batılı istihbarat servisleri inşaatın bu kadar yakın olduğunu tahmin edememişlerdi. Olay yerine ilk koşan siyasi Batı Berlin Belediye Başkanı Willy Brandt oldu ve tanık olduklarını dünyaya duyurdu.

ABD, İngiltere, Fransa’dan oluşan Batılı Müttefik güçler Doğu Almanya’ya notalar gönderse de Sovyet birliklerine veya inşaatı fiziken engellemeye yönelik doğrudan bir askeri müdahalede bulunmadılar. Zira Berlin’in statüsünün çatışmaya yol açacak şekilde değiştirilmesini önlemek, Batı’nın önceliği idi. İlk 48 saat içinde, dikenli telleri aşmaya çalışan veya Batı’ya kaçma girişiminde bulunan yaklaşık 800 kişi gözaltına alındı. Duvar henüz beton değil, dikenli telden ibaretti ama şehir her ne olursa olsun ikiye bölünmüştü.

İLK KURBANLAR VE İNSANLIK SINAVI

Berlin Duvarı’nın inşası trajik sonuçlar doğurdu. 22 Ağustos 1961 tarihinde duvar ilk kurbanını verdi. Bernauer Strasse 48 numarada, üçüncü katta yaşayan 59 yaşındaki Ida Siekmann, penceresinin hemen altına çekilmiş dikenli tellerin ardındaki Batı Berlin kaldırımına bakıyordu. Artık evinden çıkıp sokağa inmesi bile Doğu’dan Batı’ya “kaçış” sayılıyordu. Umutsuzluk içinde, bir çarşafı penceresine bağlayıp aşağıya sarkıtarak “özgürlüğe kaçmaya” çalıştı. Ya bağlantı koptu ya da tutunamadı; üçüncü kattan düştü. Batı Berlin tarafındaki kaldırıma düşen Siekmann, iç kanama nedeniyle kısa süre sonra hastanede hayatını kaybetti.

Bu elim hadieseden sadece iki gün sonra yani 24 Ağustos 1961’de, bir başka ölüm haberi daha geldi. 24 yaşındaki Günter Litfin, Humboldthafen limanındaki demiryolu köprüsü yakınlarında, Spree Nehri’ni yüzerek geçmeye çalışırken, Doğu Almanya sınır muhafızları tarafından vurularak öldürüldü. Litfin, Berlin Duvarı’nda vurularak ölen ilk kişi olarak tarihe geçti. Bu olaylar, duvarın sadece bir sınır çizgisi değil, bir “ölüm şeridi” (Todesstreifen) olacağının habercisiydi.

“KORUMA KALKANI” MI, “UTANÇ DUVARI” MI?

Duvarın inşası, dünyada şok ve öfkeyle karşılandı, ancak tarafların savunma ve suçlamaları keskin çizgilerle ayrılıyordu.

Doğu Bloğunu oluşturan Doğu Almanya ve Sovyetler Birliği, duvarı meşrulaştırmak için Anti-Faşist Koruma Duvarı (Antifaschistischer Schutzwall) nitelendirmesini kullandı. Açıklamalarında duvarın, Doğu Almanya için hayati önem taşıdığı sürekli olarak vurgulanıyor ve bunun Batı Almanya’daki “faşist revizyonistlerin”, “militaristlerin” ve “emperyalist ajanların” saldırgan niyetlerine ve sabotaj eylemlerine karşı elzem olduğunun altı çiziliyordu.

Patrick Major’ın Behind the Berlin Wall: East Germany and the Frontiers of Power adlı çalışmasında detaylandırdığı üzere Doğu’nun resmi söyleminde ekonomik argümanlar da öne çıkarılıyordu: Batı’nın Doğu Almanya’nın “barışçıl inşasını” sabote etmek için vasıflı işgücünü “insan kaçakçılığı” yoluyla çaldığını, duvarın bu “ekonomik savaşı” durdurmak için ne derece mühim olduğunun altı çiziliyordu.

Kruşçev, Batı Berlin’i sık sık “Sovyet kontrolündeki toprakların içinde kangren olmuş bir tümör”e benzetiyor ve “izolasyonunun sağlıklı bir vücut için şart olduğunu” savunuyordu. Ulbricht ve Honecker ise duvarı sosyalist toplumun “kazanımlarını” korumanın ve “barışı” sağlamanın en önemli araçları arasında sunuyordu.

Batı Almanya ve NATO ülkeleri, duvarı şiddetle kınadılar. Batı medyası tek bir ağızdan Utanç Duvarı (Schandmauer) ismini kullanmaya başladı. Batı Berlin Belediye Başkanı Willy Brandt, duvar hakkında “Bir rejim kendi vatandaşlarını demir perde ve dikenli tellerle tutmak zorundaysa, ideolojik olarak çökmüş demektir” açıklamasında bulunarak Doğu’nun şimşeklerini üzerine çekiyordu.

Dönemin ABD Başkanı John F. Kennedy, 26 Haziran 1963’te gerçekleştirdiği ünlü Batı Berlin ziyaretinde duvarın önünde tüm dünyaya şöyle seslendi:

Özgür dünyanın en gurur duyduğu sözlerinden biri ‘Ich bin ein Berliner’ (Ben bir Berlinliyim) olmalıdır… Tüm özgür insanlar, nerede yaşarlarsa yaşasınlar, Berlinli sayılırlar. Bu nedenle özgür bir insan olarak, ‘Ich bin ein Berliner!’ demekten gurur duyuyorum.

Kennedy tarihe geçen bu konuşmasında duvarı “Bir hapishaneyi çevreleyen duvar değil, tüm bir halkı hapseden duvar” olarak nitelendirdi. Batılı liderler, duvarın insan haklarının, özgür dolaşımın ve kendi kaderini tayin hakkının açık bir ihlali olduğunu vurgulayan açıklamalarda bulundularsa da değişen pek de bir şey yoktu.

DUVARIN TEKNİK ANATOMİSİ

Başlangıçtaki dikenli tel barikatları, hızla daha karmaşık, daha ölümcül bir yapıya dönüştü. Berlin Duvarı tek bir yapı değil, birbirini tamamlayan savunma katmanlarından oluşan devasa bir mühendislik projesiydi. Duvarı oluşturan katmanları şöylece tanıtmak mümkün:

Ön Duvar (Vorderlandmauer): Batı Berlin’e bakan, 3.6 metre yüksekliğinde, üst kısmı içe doğru eğimli boru şeklinde beton panellerden oluşan ana duvar. Bu panellerin sayısı zamanla 45.000’i aştı. Ön Duvar kaçakların silüetlerinin daha rahat görülmesi için beyaza boyanıyordu.

Ölüm Şeridi (Todesstreifen): Ana duvarın hemen arkasında, genişliği 30 ila 150 metre arasında değişen, özenle temizlenmiş, kumla kaplanmış, ışıklandırılmış açık alan olan bu şerit, kaçakları gözlemlemeyi ve izlerini takip etmeyi kolaylaştırma işlevine sahipti. Şerit, toplamda yaklaşık 55.000 mayının bulunduğu tarlalar, otomatik ateş açan SM-70 silahları, yaklaşık 250 özel eğitimli sınır köpeğinin kol gezdiği patikalar, dikenli tel çitler ve araç engelleriyle döşenmişti.

Patika Yolu ve İç Dikenli Tel: Ölüm şeridini geçen kaçakların karşısına çıkan, yaklaşık 2 metre yüksekliğinde, çoğunlukla çelik ağlardan oluşan bir iç engel olarak işlevlendirilmişti.

Gözetleme Kuleleri ve Yollar: Tüm sınır boyunca stratejik noktalara yerleştirilmiş, yüksek duvarlı, Beobachtungstürme denilen makineli tüfeklerle teçhiz edilmiş ve öuhafızların devriye gezdiği asfalt yollar ve sınır muhafızları için kışlalar duvarın en önemli katmanını oluşturuyordu.

Arka Duvar (Hinterlandmauer): Bazı bölgelerde, özellikle Doğu Berlin’deki konut alanlarını doğrudan sınırdan ayırmak için ikinci bir iç duvar daha bulunuyordu.

Bu kompleks yapı, Potsdam’daki Çağdaş Tarih Araştırmaları Merkezi’ndeki (Zentrum für Zeithistorische Forschung) Berlin Duvarı Kurbanları (Todesopfer an der Berliner Mauer) veritabanının gösterdiği üzere, kaçış girişimlerini neredeyse imkansız ve son derece ölümcül hale getirmek için tasarlanmıştı.

DUVARLARIN GÖLGESİNDE YAŞAM

Berlin Duvarı şehrin iki yakasında derin ve kalıcı sosyo-ekonomik fay hatları yarattı.

Batı Berlin, Duvar’ın varlığı boyunca Batı Almanya’dan ve özellikle ABD’den muazzam mali destek aldı. Zira Berlin, Batılı güçler tarafından Cephe Şehri (Frontstadt) olarak görülüyor, Sovyet tehdidine karşı kapitalizmin ve demokrasinin bir vitrini olarak destekleniyordu. Bu durum Batı Almanya’ya, özellikle 60’lar ve 70’ler de görece bir refah ve kültürel canlılık sağladı. Diğer tarafından “izole edilmiş bir ada” olmanın ulaşım zorlukları, artan maliyetler, bazı sanayilerin Batı Almanya’ya kayması gibi dezavantajları da oldu. Batılı ülkeler bu olumsuzluklar karşısında uzun yıllar boyu Batı Berlin’e özel vergi teşvikleri ve sübvansiyonlar uygulandı.

Duvar, Doğu Almanya rejiminin toplumu kontrol etme gücünü muazzam ölçüde artırdı. Devlet Güvenlik Bakanlığı olan Stasi (Ministerium für Staatssicherheit) dünyanın en kapsamlı ve acımasız gizli servislerinden biri haline geldi.

Potsdam’da bulunan Çağdaş Tarih Araştırmaları Merkezi’nde yürütlen araştırmalarına göre Stasi, resmi çalışanlarının yanı sıra, yaklaşık 600.000 gayriresmi muhbire sahipti. Bu da nüfusun neredeyse %10’unun fişlendiği anlamına geliyordu. Komşular, arkadaşlar, hatta aile üyeleri birbirini gözetliyor ve ihbar ediyordu. Doğu Almanya rejimi ekonomik olarak, merkezi planlamanın verimsizliği ve Batı’yla rekabet edemeyen sanayisiyle mücadele etmeye devam etti; kahve, muz, iyi kalite giysi, otomobil gibi temel tüketim mallarında kıtlık vardı, mevcuttakiler ise son derece kalitesizdi. Intershop adı verilen Batılı ürünleri satan dükkanlar sadece Batı markalarıyla alışveriş yapılabilen ve sadece seçkinlerin erişebildiği yerlerdi. Bu durum toplumsal kıskançlık ve eşitsizlik duygularını harlıyordu.

TÜNELDEN BALONA CESARET ÖYKÜLERİ

Duvarın tüm dehşetine rağmen, binlerce insan inanılmaz cesaret ve yaratıcılıkla kaçma girişiminde bulundu. Her başarılı kaçış, rejime karşı bir zafer, umudun simgesi haline geliyordu. Eşsiz kaçış hikayelerinden öne çıkanları kısaca gözden geçirmek gerekirse:

TÜNEL 29: Bernauer Strasse’deki bir fırının bodrumundan başlayıp, 140 metre uzunluğunda, 12 metre derinlikte kazılan bir tünel. Batılı öğrenciler ve Doğulu kaçakların işbirliğiyle, iki gece boyunca 29 Doğu Alman Batı’ya geçti. Bu olay, NBC News tarafından belgeselleştirildi.

Heissluftballon Kaçışı (1979): Peter Strelzyk ve Günter Wetzel adlı iki aile babası, ev yapımı bir sıcak hava balonu inşa etmek için aylarca gizlice çalıştı. Plastik perde kumaşlarını dikiş makinesiyle birleştirip propan gazı tüpleriyle ısıttılar. 16 Eylül 1979 gecesi, eşleri ve çocuklarıyla birlikte, Pößneck yakınlarından havalandılar. Yaklaşık 2.500 metre yüksekliğe çıkarak duvarın ve ölüm şeridinin üzerinden geçtiler ve Batı Almanya’ya indiler.

Zorlama Kaçışlar: Bazıları, sınır geçiş noktalarındaki bariyerleri zorlayan ağır kamyonların veya otobüslerin altına saklanarak kaçtı. Diğerleri, Batı Berlin’e bakan pencerelerden atladı, Spree Nehri’ni yüzerek geçmeye çalıştı. Bazı Batı Berlinliler, Doğu’daki akrabalarını kurtarmak için böyle binlerce riskli operasyon düzenledi.

EN KÜÇÜK KURBANLAR: SPREE NEHRİ’NDE KAYBOLAN HAYATLAR

Duvarın trajedisi, sadece kaçmaya çalışan yetişkinleri değil, masum çocukları da vurdu. Spree Nehri, Berlin’in ortasından geçerken sınır hattını oluşturuyordu. Bu nehirde boğulan iki ırktaşımızın hikayesi, duvarın absürt ve insanlık dışı mantığını tüm çıplaklığıyla ortaya koydu:

30 Ekim 1972’de henüz 8 yaşında olan Cengaver Katrancı, Kreuzberg’de arkadaşlarıyla Spree Nehri kıyısında oynarken suya düştü. Güçlü akıntı onu sınır hattına, Doğu Berlin’e doğru sürükledi. Batı Berlin tarafındaki itfaiye ve polis, sınıra müdahale edemedi. Doğu Berlin tarafındaki sınır muhafızları ise “sınır ihlali” yapmamak için hareketsiz kaldı. Cengaver boğuldu. Cesedi iki gün sonra Doğu Berlin’de bulundu.

Cengaver’in vefatından tam üç yıl sonra, 11 Mayıs 1975’te, benzer bir trajedi daha yaşandı. Batı Berlin’deki Kreuzberg’de ailesinin dükkanının önünde top oynayan 5 yaşındaki Çetin Mert’in topu nehre düştü. Topunu almak için nehre atlayan Çetin, akıntıya kapılarak sınır hattına sürüklendi. Batı Berlin polis ve itfaiyesi yine izledi. Doğu Berlin tarafındaki sınır muhafızları da tıpkı Cengaver’in vefatında olduğı gibi müdahale etmedi. Çetin Mert, Berlin Duvarı’nın en genç kurbanı oldu.

BİR YANLIŞ ANLAŞILMANIN YARATTIĞI DEVRİM

1989 yılı, Doğu Bloku’nda rüzgarların değiştiği yıldı. Sovyetler Birliği’nde Mihail Gorbaçov’un Açıklık (Glasnost) ve Yeniden Yapılanma (Perestroika) politikaları, Doğu Almanya gibi uydu devletlerde de reform taleplerini körükledi. Macaristan’ın 1989 Ağustos’unda sınırını açması, binlerce Doğu Alman’ın Macaristan üzerinden Batı’ya kaçması ile neticelendi. Leipzig’deki Pazartesi Gösterileri gibi kitlesel protestolar Doğu Almanya rejimini sarsmaktaydı. Rejim, baskıyla durdurmak yerine, gevşeme sinyali vermek istedi. Seyahat kısıtlamalarında bir kolaylık sağlanması planlandı.

9 Kasım 1989 akşamı, SED Politbüro üyesi Günter Schabowski, uluslararası basının önünde rutin bir basın toplantısı düzenliyordu. Elinde, yeni seyahat düzenlemelerini içeren, aceleyle hazırlanmış bir bildiri vardı. Bildiriyi okuduktan sonra, İtalyan muhabir Riccardo Ehrman’ın “Bu ne zaman yürürlüğe girecek?” sorusuna, kağıda bakarak ve tereddütle “Bildiğim kadarıyla… bu hemen, derhal” yanıtını verdi. İşte bu cümle, tarihin akışını değiştirdi…

Haber, Batı Alman televizyonları ARD ve ZDF ile radyolar aracılığıyla dakikalar içinde tüm Doğu Almanya’ya yayıldı. Binlerce hatta on binlerce Doğu Berlinli, şaşkınlık ve heyecan içinde evlerinden çıkıp en yakın sınır kapısına koştu. Bornholmer Strasse sınır geçiş noktasında nöbetçi olan binbaşı Harald Jäger, kısa süre sonra binlerce kişinin toplandığını ve durumun kontrolden çıkmak üzere olduğunu gördü. Üstlerinden talimat alamayınca, kendi inisiyatifiyle, saat 23:30 civarında barikatları kaldırma ve insanların geçişine izin verme emrini verdi. Binbaşının emri bir anda domino etkisi yarattı. Diğer sınır kapıları da birbiri ardına açıldı. O gece, kutlama ve gözyaşları içinde 100.000’den fazla Doğu Almanya’da yaşayan insan, Batı Berlin’e geçti. İnsanlar duvarın üzerine çıktı, Brandenburg Kapısı önünde toplandı ve ellerindeki çekiçlerle duvarı kırmaya başladı. Ve o tarihi anlarda halk tek bir yürek olarak şöyle bağırıyordu “Die Mauer ist weg!” Türkçesi: “Duvar gitti!”

Berlin Duvarı neden yıkıldı

YIKILAN BETONDAN KALAN GÖLGELER

Duvarın yıkılışı, 3 Ekim 1990’da Almanya’nın resmen birleşmesiyle sonuçlandı. Ancak, 40 yıllık bölünmenin izleri kolay silinmedi.

Batı Almanya’nın Solidaritätszuschlag adı verilen Dayanışma Vergisi gibi muazzam mali kaynakları, Doğu eyaletlerinin altyapısını yeniden inşa etmek için seferber edildi. Fabrikalar yenilendi, yollar yapıldı, şehir merkezleri restore edildi. Doğu Almanya ekonomisinin rekabet gücünden yoksun birçok işletmesi kapandı. Kitlesel işsizlik, özellikle yaşlı nesil için büyük bir sorun oldu. Batı’dan Doğu’ya devasa sermaye akışına rağmen, ekonomik verimlilik ve yaşam standardı açısından farklılıklar günümüzde dahi hissedilir düzeyde canlılığını koruyor; Doğu eyaletlerinden Batı’ya beyin göçü devam ediyor.

Sosyologlar, birleşmeden on yıllar sonra bile toplumda görünmez bölünmelerin varlığına dikkat çekiyor. Günümüz Almanyasında bile Ossi (Doğulu) ve Wessi (Batılı) stereotipleri hala kullanılıyor.

Doğu Almanlar, Batı tarafından bazen “şikayetçi” veya “uyumsuz” olarak görülürken, Batı Almanlar Doğulular tarafından bazen “bencil” veya “burnu havada” olarak algılanabiliyor. Bu zihinsel duvarların yıkılması, fiziksel duvarın yıkılmasından çok daha uzun zaman alacağa benziyor.

Berlin Duvarı, artık küresel bir özgürlük ve direniş sembolü. East Side Gallery, duvardan geriye kalan en uzun kesitte, dünyanın dört bir yanından sanatçıların barış ve özgürlük temalı grafitileriyle açık hava galerisi olmuş durumda. Bernauer Strasse’deki Berlin Duvarı Anıt Kompleksi, duvarın teknik yapısını, kaçış girişimlerini ve kurbanlarını belgeleyen etkileyici bir açık hava müzesi. Checkpoint Charlie, turistlerin fotoğraf çektirdiği en uğrak noktalardan biri…

BETONUN RUHU VE ÖZGÜRLÜĞÜN İRADESİ

Berlin Duvarı, 28 yıl 2 ay 27 gün boyunca bir şehri, bir ulusu ve bir dünyayı böldü. Resmi kayıtlara göre en az 140 kişi bu duvar yüzünden hayatını kaybetti, binlercesi hapis yattı, on binlercesi ailelerinden, sevdiklerinden koparıldı.

Duvar aynı zamanda insan ruhunun sınırsız özgürlük arzusunun ve bunun için gösterdiği inanılmaz cesaretin de kanıtı oldu. Tünel kazanların, balon yapanların, pencereden atlayanların ve nihayet 9 Kasım 1989 gecesi barikatlara yürüyen insanların hikayeleri, tarihin güçlüye değil, iradeye ve umuda boyun eğdiğini gösterdi. Duvar fiziken yok oldu, ama ruhu, bize kırılgan barışın değerini ve özgürlüğün asla verili değil, sürekli savunulması gereken bir hak olduğunu hatırlatmaya devam ediyor.

Related Posts

Galatasaray derken bambaşka bir transfere imza atıyor: Berke’nin uçağı hazırlandı

Transfer döneminde adı Galatasaray’la anılan milli kaleci Berke Özer, Avrupa’ya gidiyor. İşte ayrıntılar ve günün öne çıkan transfer haberleri…

Japonya yolculuğu Büyükçekmece’de bitti!

İstanbul Büyükçekmece’de Japonya’ya gitmek için tur satın alan 20 kişilik grup, firmanın iflas etmesi üzerine mağdur oldu. Ödedikleri parayı geri alamadıklarını söyleyne gruptakiler, konuyu yargıya taşıdı.

2025 MEB AGS sonuçları açıklandı

Son dakika gelişmesi: 2025 Milli Eğitim Bakanlığı Akademi Giriş Sınavı (MEB-AGS) ve Öğretmenlik Alan Bilgisi Testi (ÖABT) sonuçları ÖSYM tarafından açıklandı. Temmuz ayında gerçekleştirilen sınavların sonuçları, sonuc.osym.gov.tr adresinden erişime açıldı.

Gençlerin hakkı vakıflara aktı

Türkiye’de eğitim lüks hale geldi. Üniversiteyi kazanan öğrenciler barınma ve beslenme sorunları nedeniyle okuldan kopup çalışmak zorunda kalıyor. Bakanlık ise kapılarını cemaat ve vakıflara açıyor.

Trump acil durum ilan etmişti: Ulusal muhafızlar Washington DC’de

ABD Başkanı Trump’ın tüm itirazlara rağmen başkent Washington’da “güvenliği sağlamak”, “suç oranlarını düşürmek” ve “kenti evsizlerden arındırmak” için acil durum ilan etmesinin ardından ulusal muhafızlar kente müdahaleye başladı. İlk saatlerde onlarca kişi gözaltına alındı.

Portekiz yangınlarla mücadele ediyor! Yüzlerce kişi söndürme çalışmalarında

Orman yangınlarıyla iki haftadır mücadele eden Portekiz’de, 4 noktada devam eden büyük yangınları söndürmek için 1700’den fazla itfaiyecinin çalıştığı, aralarında sivil ve itfaiyecilerin olduğu 37 kişinin yaralandığı bildirildi. Ülkede 3 Ağustos’tan …